
Yeni bir güne yine farklı konularla girmek istiyorum. Ama önce bizim sosyal medya dostumuz KOMÜNİST KONYALI rumuzlu okurumuzun yazdığı ile başlamak istiyorum. Okurumuz takipçimiz KOMÜNİST KONYALI şöyle diyordu dün; “Ülkenin gerçek gazetecisi patronları ziyaret edip firma reklamı yapmaz. ….. Vergi veriyor mu? Zarar mı gösteriyor? Bunları araştırsan iyi olur Sayın Özteke”
…………..
Canım abim şunu bir düzeltelim. Ben bu ülkenin gerçek gazetecisi gibi gördüğünüz için çok teşekkür ederim. Ama ne acıdır ki bendeniz bu ülkenin gerçek gazetecisi filan değilim. Ülkede gerçek gazeteci diye bir kavram yok. Dahası kalmadı. İki, ben yerel bir gazeteciyim.
…………
Boyumun ölçüsünü kilomu çok iyi biliyorum Yerel bir gazeteci olduğum içinde hep yerel yazmak zorundayım. Yerelde de hep iyileri güzellikleri yazmak zorundayım. Onun içinde yerel isimlerden yerel firmaları yazmak benim boynumun borcu.
……………..
Gelelim yazımızın giriş konusuna, Dahası konu ulusal gibi görünse de gelen bilgi ders niteliğinde Konya’dan geldi. Şöyle başlayalım.
……………..
Hani yeni mezun genç teğmenler “Atatürk’ün askerleriyiz” demişler yaaa. Aman Allah’ım bakanlarımızdan sosyal medya kahramanlarına herkes yorum yapıyor. Arkadaşların kimi aslanlar, askerler diyor kimi Atatürk’ün itleri yazıyor. Bu ne yahu? … Arkadaş bu insanlar geleceğin komutanları. Başarılı pırıl pırıl askerlerimiz.
………..
Neyse benim görüşlerine ve hayat tecrübesine çok inandığım Recep abim dün sabah bana şu bilgiyi gönderdi. “Ünlü müzisyen Kemal Batanay anlatıyor, Soğuk bir kış günü Cuma Namazı için hazırlık yaptıktan sonra erkenden Edirne de üç şerefeli Cami'ye gittim. Cami avlusu Cuma için hareketlenmiş, cemaat camiye girmeye başlamıştı. Bu ulu mabed karşısında ecdadımızın büyüklüğünü bir daha derinden hissettim. İçimde camiye girip Kur'an okumak arzusu uyandı. Doğruca müezzin mahfilinde yer almış bulunan müezzinlere yaklaşarak hâfız olduğumu ve Kur'an okumak istediğimi söyleyerek izin istedim. “Bir subay, hem de hâfız” diyerek çok sevindiler ve: -“Tabii lutfedersiniz, buyurunuz, okuyunuz efendim” dediler.
Mahfile çıktım aralarında yer açtılar. Oturdum ve Kur'an okumaya başladım. Kısa zamanda da cami lebâlep doldu. Cemaat huşû içinde sessizce beni dinliyordu. Cuma saati geldi, ezan okundu ve ilk sünnet kılındı. Müezzinbaşı iç ezanı da benim okumamı işaret etti. Bu teklifi kabul ettim. Bütün vücudumu dinî bir heyecan sarmıştı. Hicaz makamında müessir bir ezan okudum. Namaz bittikten sonra cemaatin büyük ilgi ve sevgi gösterisi arasında kalmışken bir er bana yaklaşarak: - “Efendim, kumandanım sizi istiyor” deyince “Eyvah resmî elbise ile ezan okuduğum için usule aykırı bir iş yaptık” galiba diye endişe ve korkuya kapıldım. Maiyeti ile avluda bekleyen kumandana yaklaştım. Bu Anafartalar'da savaşın akışını değiştiren dâhi, efsane kumandan Albay Mustafa Kemal idi. Heyecanım bir kat daha arttı. Ne ile karşılaşacağımı bilemiyordum... Bana: - “Oğlum terbiye görmüş güzel bir sesin var. Okuduğun ezanı çok beğendim ve duygulandım. Seni tebrik ederim” deyince biraz rahatladım. - “İsmin?” – “Kemal Efendim” - “Adaşmışız. Hangi kıtada bulunuyorsun?” - “Efendim, 16. Telgraf Bölüğü’nün hesap memuru olarak tayin edildim.” Yaverine: - “İsmini ve kıtasını yaz” dedi, sonra bana dönerek: - “Oğlum! Edirne'de kaldığımız süre içinde ben Cuma Namazına hangi camiye gidersem sen de o camiye gelecek iç ezanı okuyacaksın.” - “Baş üstüne efendim” diyerek kumandanı selâmladım. Sonra Mustafa Kemal maiyetiyle beraber camiden uzaklaştı. Hafta içinde yaveri Ali Rıza Bey beni arayarak Mustafa Kemal'in Cuma Namazı için Selimiye Camisi'ne gideceğini ve benim de orada hazır bulunmamı Kur'an ve ezan okumamı, ayrıca durumun cami görevlilerine de bildirildiğini söyledi. Cuma günü erkenden hazırlık yaptım. Selimiye Camisi’ne gittim. Mimaride hacim, çizgi ve en güzel ölçülerin gerçekleştirildiği bir cami, dinî heyecanın en yüksek seviyeye ulaştığı bir mekân. Bu mâbedde Kur'an ve ezan okumayı ne kadar çok arzu etmiştim. Bu duygular içinde doğruca müezzin mahfiline çıktım. Müezzin başıya kendimi tanıttım. Bilgisi olduğunu, istediğim zaman Kur'an okumaya başlayabileceğimi söyledi. Mânen de okumaya hazırdım. Cuma vakti girinceye kadar Kur'an okudum. Sesime hâkim ve rahattım. Caminin iç mekânının güzellik ve ihtişamı, cemaatin kalabalık oluşu da beni coşturdu, okuyuşuma heyecanıma tesir etti. Duyduğum zevk ve huzuru anlatamam. İç ezanı da aynı hal içinde aşkla okudum. Namaz çıkışı etrafımı saran meraklı, takdir ve hayranlıklarını ifade eden cemaat arasından yine avluda maiyetiyle beni bekleyen Mustafa Kemal'e selâm verdim. Elini uzattı, hemen elini öptüm. Bana: - “Oğlum! Bugün yine bizi yaktın. Gelecek haftaya hangi camiye gidersem sen de oraya geleceksin.” Ertesi hafta Eskicami’ye gitmem emredildi. Orada da Kur'an ve ezan okudum. Hafta arası görev başındayken bir telefon geldi. Yüzbaşı Ali Rıza Bey, Mustafa Kemal Paşa’nın yatsı namazından sonra ikametgâhında beni beklediğini, kendisinin de bana refakat edeceğini bildirdi. Ali Rıza Bey'le buluşarak Mustafa Kemal'in huzuruna çıktık. Oturmamı ve rahat olmamı söyledi. Sonra söz mûsikiden açıldı. Mûsikiyi kimlerden ve hangi eserleri meşkettiğimi sordu. Sonra bana: - “Birkaç eser oku da dinleyelim” dedi. - “Efendim, daha çok klasik formda eserler geçtim” dedim ve Dellâlzâde İsmâil Efendi'nin, Isfahan makamında nakış yürük semâisini okumaya başladım. "O güzel gözlerine hayran olayım, O şirin sözlerine hayran olayım. "Sonra Tab‘î Mustafa Efendi'nin bayatî nakış ağır semâisini okudum. "Çıkmaz derûn-ı dilden efendim muhabbetin, Kurbanın olduğum, bize yok mu mürüvvetin." Mustafa Kemal de hafif bir sesle hatasız, usul vurarak bana eşlik etti. Kendisi, Leylâ Hanım'ın (Saz), hüzzam makamında: "Harâb-ı intizar oldum aman gel aman gel Yeter üzme efendim her zaman gel heman gel" şarkısını usul vurarak okumaya başladı. Benim de okumamı istedi. Mûsiki faslı böylece gece geç vakte kadar devam etti. Onun mûsiki bilgisi, zevki ve eserlere hâkimiyeti bende büyük hayranlık uyandırdı. Bende derin izler bırakan bu hâtırayı hiç unutamam. Onun Osmanlı kültürü içinde yetişmiş, yoğrulmuş bu şahsiyetine daima hayranlık duymuşumdur... Kemal Batanay II. Dünya Savaşı’nda yedek subay ve hesap memuru olarak Kilyos’ta Karadeniz Boğazı muhafızlığında on dokuz ay ihtiyat zâbiti olarak askerlik yaptı. 31 Ekim 1942'de terhis oldu.”
……………………….
Ben bunu bilmiyordum sizlerle paylamak istedim, Recep abime de bu bilgilendirme için çok teşekkür ederim saygılar sunarım. ALİ ÇAMDALI HİÇBİR YERE GİTMİYOR Dün şehri turlarken zengin iş adamlarımızdan inşaat bekçilerine kadar şehrin gündeminde iki konu vardı. EKONOMİ VE KONYASPOR Konyaspor ile ilgili iki satır son durumu ve görüşlerimi söyleyeyim. Ali Çamdalı hiçbir yere gitmiyor. Konyaspor kadro olarak oyunculara tek tek bakarsak gerçekten kaliteli isimlerden oluşuyor. Okuyucumuz Engin İYİTELLİKARA şöyle bir yorum paylaşmış; “Sezona yapılan transferleri görerek bu yönetimle korkulu rüya görmeyiz. Belki Avrupa demiştim. Ama Ali soru işaretiydi. Belki belki tutar ama tutmadı. Dahası yönetim kendisini dışa kapattı. Psikolojim bozuluyor. O yüzden fazla takmayacağım. Düşersek de çıkamayız bunu herkes bilsin.” Engin abinin ilk iki cümlesine katılıyorum. Ben gerçekten bu yönetime ve takıma güveniyordum. Son cümleye katılmıyorum. Sizden özür dilerim Engin Bey. Bu kötü ligde şimdilik bu kötü(!) Konyaspor asla düşmez. GÜNÜN OKKALI SÖZÜ Kim kazanmazsa bu dünyada bir ekmek parası, dostunun yüz karası, düşmanının maskarası. NE ZAMAN ADAM OLURUZ? Bir motosiklete beş kişi binmediği zaman daha iyi ADAM oluruz.